Blogger tarafından desteklenmektedir.
RSS

Öğretim Tasarım Sürecinde Kim Kimdir?

1.Öğretim Tasarımcı: Tasarım sürecinin yürütülmesi ve koordinasyonundan sorumludur.
2.Öğretmen: Öğrenci özellikle öğretim süreçleri hakkında bilgi sahibidir.
3.Konu alan uzmanı: Konuyla ilgili derin bilgi sahibi olan, kaynakları bilen kişidir.
4.Değerlendirme uzmanı: Öntest, sontest hazırlayarak öğrenmenin değerlendirilmesi için ölçme araçlarını geliştirmede personek destekli, programın denenmesi sırasında verilerin toplanması ve yorumlanmasından sorumlu program uygulanırken ise programın yeterliliğini belirleyen kişidir.

1920-1940 arasında öğretim teknolojileri alan uzmanı en çok hangi alanda yoğunlaştı?

Radyo yayını, ses kayıtları, sesli sinemalar, görsel-isitsel öğretim akımını sağladı. Görsel Öğretim Dairesi kuruldu. Görsel işitsel araçların eğitimde çığır açtığı kabul edildi.

Eğitim teknolojisi , 1930’ lardan başlayarak önce fizikî bilimler, daha sonra da davranış bilimlerinin görüşlerinin etkisiyle anlam ve yöntem değişikliğine uğramıştır.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Öğretim Tasarımında Yer Alan Öğeler

1.Öğretim kimin için geliştirilecek(Hedef kitle analizi)
2.Öğrencilere ne öğretilecek(Hedefler)
3.Konu veya beceriler en iyi nasıl öğretilir(Yöntem ve teknik)
4.Nelerin ne kadar öğrenildiği nasıl anlaşılır(Değerlendirme)

Öğretim Tasarımı Sürecinin Altında Yatan Sayıltılar

Sayıltı1:Öğretim tasarımı süreci sistematik bir yaklaşımı gerektirir.
Sayıltı2:Öğretim tasarımı süreci belirli bir içerik geliştirme düzeyinde başlar.
Sayıltı3:Öğretim tasarımı kapsamdan çok bireye odaklıdır.
Sayıltı4:Öğretim tasarımında en iyi olan tek yol yoktur.
Sayıltı5:Öğretim tasarımında süreç daha önemlidir.

Öğretim Tasarımı Modellerinin Amacı

Bir öğretim tasarımı modeli insanlara nasıl öğrenmeleri gerektiği hakkında görüş sunan temsilcidir. Aynı zamanda öğretim tasarımcısının öğretimi nasıl düzenleyeceği hakkında da rehberlik yapar. Modeller, bir sistemin veya sürecin görsel olarak canlandırmamıza yardımcı olur (Gustafson and Branch, 2002).
Değişik durumlar için tasarlanmış pek çok öğretim tasarım modelleri vardır. Bunları ana başlıklar altında sınıflandırmak mümkündür. Bu sınıflandırma ile öğretim tasarımı modellerinin, her bir modelin özelliklerini ve nerelerde kullanılabileceğini anlamada bize yardımcı olabilir. Gustafson (1997) her bir modelin yerleşebileceği üç kategori içeren bir şema hazırlamıştır. Her bir model yaratıcısının bu modelin nerelerde kullanılabileceği ile ilgili varsayımları göz önüne alınarak bu şemaya yerleştirilebilir.
Bu sınıflandırma her bir modelin en iyi nerelerde uygulanabilirliği olduğunu gösteren üç kategori içermektedir. Birincisi Sınıf yönlendirici öğretim tasarım modelleri olup, görevi sınıf ortamında öğretim olan öğretmenlere yönelik modelleridir. Bir sınıf modeli öğretim için gerekli olan belirli fonksiyonları sıralar ve öğretici için kılavuz görevi görür. İkincisi, Ürün Yönlendirici öğretim tasarım modelleri olup, üretilecek ürünün üretimin saatler hatta günler süren uzun zamanlar alacağını varsayar. Bu modellerde genel olarak teknik açıdan çok gelişmiş ürünlerin üretileceği varsayılır. Kullanıcıların üreticilerle hiç ilişkisi olmayabilir. Üçüncü ve son olarak Sistem Yönlendirici öğretim tasarımı modelleri olup, bütün bir ders veya bütün bir program gibi çok geniş çaplı bir eğitimin yapılacağını varsayar ve bu eğitimi geliştirecek yüksek deneyimli uzmanlar için gerekli kaynakların kullanılabilir olmasını sağlar. Öğretimde yüksek teknolojinin kullanılacağı, prova ve revizyon kadar ön analizin de önemli olduğunu varsayar. Yayılma çok geniştir ve genellikle geliştiricileri içermez.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Öğretim Tasarımı Nedir?
Belirli bir ders, kurs, vb. için; belirli bir öğrenci grubu için, öğrenme ve öğretime ilişkin ilkelerden yararlanılarak sistemli bir biçimde öğretim materyalleriyle öğretimin planlaması olarak tarif edilebilir.
Öğretim Teknolojinin Tarihsel Gelişimi
1 1900’lerden Önce
Alanı ve gelisimini anlayabilmek için, Saettler’in çalısması referans alarak 1900’den önce öğretim teknolojilerinin tarihsel gelisimini kuram, yöntem ve alana etkisi baslıkları altında incelemek faydalı olacaktır.
Büyük Sofistler (The Elder Sophists) (M.Ö. 500-
410)
Kuram: Đnsanoğlu zekidir, ancak yine de sahip olduğu gizli gücü göstermek için eğitime ihtiyaç
duyar.
Yöntem: Ders anlatma, grup tartısmaları, sorun çözme, güzel konusma sanatını öğretme (kuram ve uygulama), yöntemlerin sistematik olduğunu öğretme (hedef, ilerleme, vb.), öğretimde teknolojiyi kullanma.
Etkisi: Büyük sofistlerin güzel konusma sanatı, diyalektik ve dilbilgisini kullanmaları, sonraki bin
yıl boyunca Avrupa’nın eğitim müfredat programını olusturan “quadrivium” (Latin kökenli kelime dört yol anlamına gelir; Ortaçağ üniveristelerinde okutulan aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden olusan dört disiplinin adıdır.) ve “trivium”u (Latin kökenli kelime üç yol anlamına
gelir; dilbilgisi, mantık ve güzel konusmadan olusan üç disiplinin adıdır) tasarlamalarında en önemli yeri olusturmustur.
Socrates (M.Ö. 470-399)
Kuram: Đnsanoğlunda ahlaki değerler için rehber olan doğal bir erdem vardır. Bilgi doğustan insanda bulunur.
Yöntem: Sokratik öğretim metodu, sorgulama yöntemi.
Etkisi: Programlı öğretimi ilk gelistirenler Sokrat’ı öncüleri olarak görmüslerdir; ancak bilginin insanda doğustan var olduğunu varsayan sokratik kuram ile etki-tepki iliskisine dayanan programlı öğrenme yöntemi birbirlerinden oldukça farklı yaklasımlardır

Aberald Okul ile Öğretim Metodu (1200’ler-1300’ler)
Kuram: Okulda ders verme ve okulda eğitimi savunan entelektüel akımdır. Diyalektik muhakeme
üzerine vurgu yapmıstır ve Ortaçağ’a ait tanrıbilimine (teoloji) uygulanmıstır.
Yöntem: Diyalektik muhakeme, sorgulamaya dayalı öğretim.
Etkisi: Akımdan etkilenen Avrupalı üniversiteler,bilimsel arastırma ve deney konusunda katkıda
bulundurlar.
Comenius (1592-1670)
Kuram: Eğitimin amacı, öğretim yöntemleri gibi konularla ilgilenmistir. Comenius’a göre eğitimin
hedefleri bilgi ve güzel ahlak sahibi olmak ve dindarlıktır.
Yöntem: Ders konusu öğrencilerin durumuna,seviyesine göre incelenmelidir. Öğretimde sıra (ard
arda gidis) önemlidir, hiçbir sey tam olarak anlasılana kadar ezberlenmemelidir. Öğrenme
duyular vasıtasıyla gerçeklesir. Öğretmen ders içeriğini önce sözel olarak ifade eder, sonra
resimlerle (örneklerle) açıklar. Okullar gerçek ve açıklayıcı materyal (gereçler) ile donatılmıs, keyif
alınan (neseli) yerler olmalıdır.
Etkisi: Comenius’un metodunun uygulanmasını, OrbusPictus (Resimler Dünyası) kitabında
görmekteyiz. Bu kitapta, öğrenciler için ders olarak farklı konulardan 150 resim bulunmaktadır ve bu
resimler aracılığı ile konular anlatılmaktadır.
Lancaster (1778-1838)
Kuram/Gelisim: A.B.D.’de 1800 yılından önce, ezberlemeye dayalı bireysel öğrenme
uygulanmaktaydı. Endüstriyel devrim çıraklık istemini etkilemesi nedeniyle Amerikan
sehirlerinde hızlı bir gelisim yasanmıstır. Bu değisim ise A.B.D.’de halka açık ücretsiz devlet okulları için zemin hazırladı. Lancaster’ın denetleyici öğretim sistemi, öğrenci toplulukları ve eğitim araçlarından (medya) istifade ettiğinden, düsük maliyeti nedeniyle popülerlik kazanmıstır.
Yöntem: Öğretimin altı alanı; ezberleme ve alıstırma, içerik, eğitimi izleme, sınıf kontrolü, sınav yapma, yönetim. Öğrenciler, ders esnasında kâğıt ve mürekkep yerine ince tabaka kum ve bir çubuk
kullanıyordu.
Etkisi: Lancaster metodunun sonuçları, bireysel ve ezbere dayalı okul metodu ile karsılastırıldığında,
devrim niteliği tasımaktadır. Merkezi öğretim uygulamaları gerçeklesmistir. Bu metot, aynı anda çok sayıda öğrenci ile ilgilenildiğinde kullanılan standart teknikler haline gelmistir.
Pestalozzi (1746-1827)
Kuram: Pestalozzi, öğretim metotları ile insan doğal gelisimini birlestirmek istiyordu. Öğrenmede kisisel ayrımların farkına vardı ve öğretim metotları ile öğrencilerin ihtiyaçlarını karsılamayı önerdi.
Yöntem: “Aracısız ilk elden deneyim önemlidir” ve “öğretim, basitten karmasığa, zihnin doğal sürecini
takip etmelidir” varsayımından yola çıkılarak yöntemler gelistirildi.
Etkisi: Pestalozzi, deneye dayalı okullarında ezberleme ve alıstırmanın yerine deney, öğrenci
gözlemi ve motivasyonu koydu. Onun uygulaması, bir Alman eğitimci ve anaokulunun kurucusu olan
Froebel üzerinde derin bir etki bırakmıstır.
Froebel (1782-1852)
Kuram: Froebel’in tüm eğitim görüsünün altında yatan baskın düsünce, Tanrının sahip olduğu her
seyin yapısal bütünlüğüdür.
Yöntem: Đlk eğitimin anaokul sisteminin, oyunlar ve sarkılar, tümce kurulusu, yetenekler ve uğrastan
olusması gerektiğini savunmaktadır.
Etkisi: Froebel’in yetenekleri endüstriyel çevreden oyunlar, materyaller ve mekanik modeller olarak
benimsendi. Onun gizemciliği (mistizm) asikardı fakat doktrinleri psikolojik ve toplumsal açıdan tutarlıydı.
Herbartian (1776-1841)
Kuram: Herbatian, Locke’ın “bos tablet” kuramını, öğrenmenin çağdas psikolojisi ile harmanladı. O,
öğrenme ve öğretimin sistematik psikolojisini gelistirdi.
Yöntem: Dört basamaklı sistematik metodu önermistir; açıklık, çağrısım (iliski), sistem, yöntem.
Etkisi: Amerikan eğitim sistemi en çok Hebartian’dan etkilenmistir. O, Amerikan öğretim
metodunu Pestalozzi kadar çok etkilemistir.
2 1900’lerden Sonra
1900’lerden sonra öğretim teknolojileri alanının tarihsel kronolojisini ise Reiser’in çalısmasını takip
ederek, akım, öğretim tasarımı, katkıda bulunanlar ve katkılar baslıkları altında inceleyebiliriz [7].
1900’lerin Basları
Akım: Okul Müzeleri
Katkılar: Bu okullar sergiler, üç boyutlu gösterimler(stereograph) yansılar, filmler, fotoğraflar, grafikler sağlamıstır.
Ek Notlar: Öğretmenler ve ders kitapları baslıca araçlar olarak kabul edilirken, öğretici medya
tamamlayıcı araçlar olarak görüldü.
1914-1923
Akım: Görsel-Đsitsel Öğretim Hareketi
Öğretim Tasarımı: Hedefler ve kisisellestirilmis öğretim.
Katkıda Bulunanlar: Thomas Edison, öğretici filmlerin eğitim alanında devrim olacağını iddia ediyordu.
Katkılar: A.B.D.’de ilk öğretici filmler kataloğu 1910’da yayımlandı. Görsel öğretim üzerine bes ulusal kurum kuruldu.
Ek Notlar: “Görsel öğretim” ve “görsel eğitim”terimleri kullanıldı.
1920-1930
Akım: Görsel-isitsel Öğretim Hareketi
Öğretim Tasarımı: Davranıssal hedefler ve Gelistirici (Biçimlendirici) Değerlendirme
Katkıda Bulunanlar: Edgard Dale “tecrübe konisi”nigelistirdi.
Katkılar: Radyo yayını, ses kayıtları, sesli sinemalar, görsel-isitsel öğretim akımını sağladı. Görsel
Öğretim Dairesi kuruldu.
Ek Notlar: “Müfredatın Görsellestirilmesi (Visualizing the Curriculum)” isimli ders kitabı basıldı. Görsel-isitsel araçların eğitimde çığır açtığı kabul edildi.
1950’ler
Akım: Đletisim Kuramı
Öğretim Tasarımı: Sistem yaklasımı veprogramlanmıs öğretim hareketi
Katkıda Bulunanlar: Shannon ve Weaver 1949), Dale (1953), Finn (1954), Gordon Pask
Katkılar: Đkinci Dünya Savası sonrası görsel-isitselcihazlar popüler oldu. Bu hareket, çesitli iletisim modelleri ve kuramları ile ilgilendi. IBM firması tarafından Bilgisayar Destekli Öğretim gerçeklestirildi
Ek Notlar: Süreç (yöntem) ya da medyanın (araç) hangisi iletisimde merkezi role sahiptir tartısmaları yasanmıstır.
1960’lar
Akım: Televizyon kanalıyla Öğretim
Öğretim Tasarımı: Davranısçı hedefleri popüler hale getirme. Öğrenme alanları, öğretim hadiseleri,
hiyerarsik analiz. Đlk öğretim tasarım modelleri.
Katkıda Bulunanlar: Gagne, Gumpert (1967), Taylor (1967), Federal Đletisim Komisyonu, Richard Atkinson, Patrick Suppes.
Katkılar: Federal Đletisim Komisyonu, 242 adeteğitim maksatlı TV kanalı kurdu. Ucuz, hızlı ve
etkin eğitim yayınları yapıldı. Bilgisayar Destekli Öğretim (CAI) uygulamaları gelistirildi.
Ek Notlar: Televizyon projeleri beklenildiği etkiyi yaratmadı. Bunun nedenleri, öğretmenlerin direnci,
TV’lerin masrafı ve TV sistemlerini okullarda islevsel hale getirmenin zorluğuydu.
1970’ler
Akım: Terminolojide değisim.
Öğretim Tasarımı: Farklı öğretim tasarım modelleri.
Katkıda Bulunanlar: Dick & Carey, Eğitimsel İletisim ve Teknoloji Derneği.
Katkılar: Görsel-isitsel öğretim terimi yerine, eğitim teknolojisi ve öğretim teknolojisi terimleri kullanıldı. Bilgisayar Destekli Öğretim (CAI) sistemlerinin gelisimi sağlandı.
Ek Notlar: Bu sahada çalısan bireyler öğretici medya ve bilgisayar destekli öğretimin (CAI) eğitim
uygulamalarında asgari etkisi olduğu hususunda hemfikirdiler. A.B.D. silahlı kuvvetleri öğretim tasarım modellerini benimsedi.
1980’ler
Akım: Bilgisayarlar.
Öğretim Tasarımı: İste ve endüstride öğretim tasarım süreci. Kavramsal (bilissel) psikoloji ilkelerine ilgi (merak) .
Katkıda Bulunanlar: Clark, Schramm, Kozma.
Katkılar: Medya ile ilgili karsılastırma çalısmaları yapıldı. Performans Teknolojisi hareketi gündeme geldi. İş performansı, is ürünlerinin öğretim tasarımı üzerine etkisi arttı.
Ek Notlar: Bilgisayarlara ilgi vardı; ancak, bilgisayarların öğretim üzerine etkisi asgariydi.Öğretmenler, eğitimde bilgisayarların kullanımının çok az ya da hiç faydası olmadığı görüsündeydiler.
1995
Akım: İnternet.
Öğretim Tasarımı: Performans (verim) teknolojisi hareketi, bilgi yönetimi, yapılandırmacı öğrenme
kuramı (constructivism) ve hızlı prototiplendirmenin(ilk örneği yaratma) öğretim tasarımı üzerinde büyük etkisi vardır.
Katkıda Bulunanlar: Carr, Dean, Dick.
Katkılar: İnternet daha genis bir alanda kullanıldı. Uzaktan (yaygın) eğitim popülerlesti.
Ek Notlar: Bilgisayarlara kolay erisim, düsük maliyetli öğretim sunma metodu, arttırılmıs etkilesim ve bilgisayar teknolojisindeki ilerlemeler, bu yeni medyanin temel özellikleridir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Öğretme Öğrenme Sürecini Niçin İnceleriz?

Gelişen dünyayla birlikte dünyanın kuralları değişmekte şirketler daha nitelikli eleman istemektedir. Nitelikli eleman isteği eğitimde kalitenin artışına sebep olmaktadır. İnsanlar artık eğitim konusunda daha titiz davranmakta en iyi eğitim almaya çalışmaktadır.Bu nedenle eğitimle ilgili çalışmnalar artmaktadır.

İnsanın nasıl öğrendiği incelenmektedir. İnsanların öğrenmeleri incelenerek öğretim stratejileri değişmekte, ona uygun öğretim materyali tasarlanmaktadır. Bu nedenle öğrenme süreçleri incelenir ve bulunan öğretme süreçleri geliştirilerek daha iyi öğretim nasıl yapılır onun hesabı yapılmaktadır.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

ÖĞRETİM TASARIMINDAN NE ANLIYORSUNUZ?
Günümüz toplumunda bilgiyi tüketen değil, bilgiyi üreten, önceden üretilmiş bilgileri tasarlayabilen, bilgiyi kullanabilen insanlara gerek duymaktadır. Bu tip insanlara duyulan ihtiyaç eğitim sisteminde de değişime yol açmıştır. Öğrenme artık, daha etkili ve transfer edilebilir olmak zorundadır. Bu ihtiyaç, öğretim tasarımı sürecini zorunlu kılmıştır.
Belirli bir ders, kurs, vb. için; belirli bir öğrenci grubu için, öğrenme ve öğretime ilişkin ilkelerden yararlanılarak sistemli bir biçimde öğretim materyalleriyle öğretimin planlaması olarak tarif edilebilir.

 Öğretim tasarımı süreç olarak ele alındığında; öğretimin kalitesini sağlamak için, öğrenme ve öğretim kuramlarından yararlanılarak ilerleyen sistematik bir geliştirme süreci olarak tanımlanmaktadır.
 Öğretim tasarımına disiplin olarak bakıldığında; araştırma ve kuramsal temelde öğretim stratejileri ile öğretim stratejilerinin geliştirilmesi ve uygulanması süreciyle ilgilenen bir disiplin olduğu görülmektedir.
 Öğretim tasarımı bilim olarak açıklandığında; geliştirme, uygulama, değerlendirme ve durumların sürdürülebilirliğini sağlamak için büyük ya da küçük konu alanlarında ve tüm karmaşıklık düzeylerinde öğrenmeyi desteklemek ayrıntılı bir biçimde tasarım yapma bilimidir.

ÖĞRETİM TASARIMINDA ÖNEMLİ KAVRAMLAR
1.Eğitim: Bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir.
2.Öğretim: Bireyin yaşamı boyunca süregelen eğitimin bir kısmı okulda ya da sınıf ortamında planlı ve programlı bir biçimde yürütülmektedir. Bu kesite öğretim denilmektedir.
3.Öğrenme: Bireyin bilgi ve çevresiyle etkileşimi sonucunda yeni bilgi, beceri ve tutum geliştirmesidir.
4.Teknoloji: Kuramsal bilgilerin ve bilimsel yasaların uygulamaya dönüştürülmesi işidir.
5.Eğitim Teknolojisi: Öğrenme-öğretme süreçlerinin tasarlanması, uygulanması, değerlendirilmesi ve geliştirilmesi işidir.
6.Öğretim Teknolojisi: Belirlenmiş hedefler uyarınca, daha etkili bir öğretim elde etmek için öğrenme ve iletişim konusundaki araştırmaların ve ayrıca insan kaynakları ve diğer kaynakların beraber kullanılmasıyla tüm öğrenme-öğretme sürecinin sistematik bir yaklaşımla tasarlanması, uygulanması ve değerlendirilmesidir.


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

İNSAN KAYNAKLARI VE GÜNÜMÜZDEKİ ÖNEMİ
Bilgi çağı, yeni ekonomi sistemi, globalleşme; ünü ne olursa olsun, günümüz iş hayatının endamına bir göz attığımızda, şirketlerin; şirket sermayeleri, müşteri portföyleri, stratejik iş ortaklıkları, marka değerleri, yaygın hizmet ağları, teknoloji buluşları benzeri sermaye değerlerinin yanısıra artık hepsinden çok farkında oldukları ve sahip çıktıkları bir değerleri daha var: Elemanları: İnsan Kaynakları.

Rekabette ayırt edici özelliğin ilk başlarda üründe, daha sonraları pazarlamada, dağıtım kanallarında ve fiyatlarda şekillendiği dönemlerden sonra varılan en son nokta, insandır. Aynı ürünleri artık herkes üretmekte, benzer mecralarda pazarlamakta, fiyatlar birbirine gittikçe yaklaşmaktadır. İşletmeleri birbirinden farklı kılan, rekabette bir adım öne çıkaran öne çıkaran temel unsur günümüzde insan kaynaklarıdır.

Bu değerin farkına varılmasını sağlayan etkenlerden bir tanesi rekabette bugün gelinen nokta ise, geç farkındalığın sebeplerinden en önemlisi; şirket içerisinde bu en önemli sermaye katmanının, insanın muhasebesini yapmanın, şirketin nakdi ve gayri nakdi varlıklarına, ürünlerine, gelirlerine, üretimine yönelik bir maliyeti hesaplamak veya bir yatırımın geriye dönüşünün muhasebesini yapmak kadar kolay olmaması, kolay göz ardı edilebilmesidir.

İşin kolay tarafında bir elemanın şirkete maliyeti hemen hesaplanıp, gözlenebilir. Ücretleri, primleri, sağlanan sosyal hakların nakdi, parasal değerlerini; eğitim, seyahat ve benzeri harcamaları alt alta yazıp toplayabilir ve bu toplama göre her bir iş birimine yönelik insan kaynakları bütçemizi ve ya maliyetimizi hesaplayıp, görme imkanı bulabiliriz.

İşin hemen görülmez, basitçe ölçülmez zor yanı, elemanların şirkete maliyetlerinden ziyade kuruma ne değerler kattıklarına yönelik bir analize odaklanılmasıdır.

Şirketi oluşturan, iş sonuçlarını üreten insanın, yetkinliklerinin ölçülmesi, bu manada değerinin hesaplanması ve gözetilmesi uzun süreçler ve alanında uzmanlıklar gerektirmektedir.

İnsan Kaynaklarının çağdaş işlevine doğru yolculuğu da bu noktada başlamaktadır. Başarıyı hedefleyen ve ölçümlenir hale getiren performans yönetimi sistemlerinden, performans odaklı değişken ücretlendirme ve prim sistemlerine; şirket içi kritik uzmanlıklar ve yetkinliklerin tanımlanmasından korunmasına değin tüm insan kaynakları süreçleri artık aslında şirket içinde iş değerlerini üreten yetkin insan değerlerinin gücünü ortaya çıkarmaya, arttırmaya, ödüllendirmeye ve bu kaynaklara yönelik kayıpları, işten ayrılmaları asgari seviyede tutmaya odaklanıyor.

Şirket içinde öne çıkan bir uzmanlığı oluşturmanın maliyeti daha onu bulma, işe seçme ve yerleştirme süreciyle birlikte başlıyor. En az bir o kadar zaman ve masraf, işe adaptasyon ve eğitim sürecinde yaşanıyor. İleride şirket için değerli böyle bir uzmanlık kaybedildiğinde hem bu maliyetler boşa çıkmış oluyor hem de yeni bir eleman için aynı işe yerleştirme ve adaptasyon maliyetleriyle yüzyüze kalınıyor.

O yüzden doğru seçme ve yerleştirme yapılması, adaptasyonun etkin şekilde sağlanması ve uzmanlaşmış, yetkin kaynağın elde tutulması gerekiyor. Aslında önemli bir maliyet bu kaynaklar, eski ve yeni eleman arasındaki geçiş döneminde ortaya çıkan üretken kapasite kaybında yaşanıyor.

Eski kalifiye elemanı kaybettiğimizde, yeni eleman aynı hızda ve etkinlikte iş sonuçlarını olağandır ki hemen üretemiyor.

İşi yapabilecek donanıma sahip olacağı döneme değin oluşacak bu maliyet; kaybedilen kalifiye elemanın şirket içindeki rolü ister gelir üretmeye yönelik pazarlama veya satış, ister süreçleri, giderleri kontrole, karlılığı gözetmeye yönelik operasyon veya destek birimlerinde, isterse müşteri tatmini ve bağlılığına yönelik bir hizmet ünitesinde olsun, her halükarda önemli bir kayıp söz konusudur. Bu kayıplar; o dönem gelirlerde yaşanan düşüşle, müşteri şikayetlerindeki artışla, maliyetlerin yükselmesiyle görülüp, ölçülebilecektir.

Bu kayıplarla yüzyüze kalmamak için şirket içi yetenek yönetimine ve kritik işlerde yedeklemeye önem vermek, şirket içi uzman geliştirme benzeri uygulamalarla yapısal önlemler almak, insan kaynaklarına yatırım yapmak gerekiyor.

Eskiden insana gider gözüyle bakan ve bu gözle muhasebe departmanlarının içinde yer alan ve sadece bordrolama ve özlük haklarını yöneten personel müdürlüklerinden, insana kurumun en değerli varlığı olarak bakan, bu bakış açısıyla şirketin yönetiminde söz sahibi olan insan kaynakları yönetimine geçiş kolay olmadı.

Bu açıdan bakıldığında insan kaynakları profesyonellerinin işi artık daha zor, ancak çok daha anlamlıdır. Sağlıklı bir şirket için insan kaynaklarının bu boyutta işlev yüklendiği kurumlarda insan kaynakları, şirketin röntgeninin çekildiği yerdir. O röntgene bakarak tanının yapılmasında, kasların kuvvetlendirilmesinde, bağışıklığın sağlanmasında lider rolü üstlenmesi gereken de insan kaynakları üniteleridir.

Aslında bu bakış açısı sadece insan kaynakları profesyonellerine değil şirketin bütününe ait olmalı ve tümüyle sahiplenilmelidir.

Kurumsallaşmayı başaran şirketlerde insan kaynaklarının bu çağdaş işlevi salt insan kaynakları uzmanları tarafından değil, tüm organizasyon tarafından yüklenilmektedir.

Bu anlayışın bir ileri aşaması: İnsanın, elemanın, bizzat kendi gücünün, değerinin farkında olması, kendi kariyer gelişimine ve performans yönetimine en başta kendisinin sahip çıkması, kariyerini bilinçli ve planlı bir biçimde geliştirmesi ve zenginleştirmeye çalışması boyutunda gerçekleşmektedir.

Kendi cevherini kendi kaynakçısından önce keşfeden, kendisine yöneticisinden önce yön veren elemanlara doğru yol alınmaktadır. Bu bilinç ve davranışların sergilendiği şirketlerde insan yöneticisi kavramından iş yöneticisi kavramına geçiş yaşanmaktadır. İşyerleri demokratikleşmekte, ortak rüya ve hedefler beslenmekte, bilgi paylaşılmakta ve iş sonuçları birlikte üretilmektedir. İtaat ve ataletin yerini işbirliği iklimi almakta, takım oyunu oynanmaktadır.

Rutinin dışına çıkılmakta, yaratıcılığa imkan tanınmaktadır. Yetki ve insiyatifler tekele bırakılmamakta, elemanlar karar alma süreçlerine katılmaktadır. Ortak iş hedefleri peşinde koşulmakta ve sorumluluklar paylaşılmaktadır.

Böylece bir yandan hiyerarşi törpülenirken diğer yandan bürokrasi azalmaktadır. İşyerinde hayat elemanlar için daha anlamlı ve katılımcı hale gelmektedir. Nihayetinde elemanların motivasyonu ve işe bağlılığı katlanmakta, şirketin başarı çıtası ve hedefleri yükselmektedir.

Bilginin gücünün yerini almasıyla çalışma hayatı patron-eleman ikileminden kurum - eleman ilişkisine, ast üst ilişkilerinden uzman yapılanmasına taşınmakta, insan kaynaklarına verilen önem bu sebeple gittikçe artmaktadır.

Adını ne koyarsak koyalım, yoğun rekabete maruz, sürekli değişime açık günümüz iş hayatı dinamiklerinde, artık akıllı şirketlerde; ne kadar esnek yapı o kadar kurumsal çeviklik, ne kadar az müdür o kadar çok verimlilik; ne kadar çok kalifiye eleman, o kadar az hata hesapları yapılmaktadır.

Bu hesaplaşmada; elemanlarına, talimat verilecek, sevk ve idare edilecek, arada bir sırtları sıvazlanacak elemanlar olarak gören patron ruhlu şirketler yok olacak; elemanlarını özgür kılan, yaratıcı fikirlerini ve yeteneklerini sergilemelerine olanak tanıyan, onları başarısına ve sermayesine hissedar eden, takımdaşlık ruhunu besleyen şirketler var olacaktır.

İnsan kaynağına yatırım yapan şirketleri, başarı; yapmayanları ise, baş ağrısı bekleyecektir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

YAPILANDIRMACILIK – OLUŞTURMACILIK ( CONSTRUCTİVİSM )
Geleneksel anlayışta eğitim, öğretmen merkezli olarak sürdürülür. Öğretmen öğrenci- bilgi üçgeninde, öğretmen bilgiyi aktaran, öğrenci ise bilgiyi alan durumundadır. Bu nedenle geleneksel anlayış bilginin oluşmasında öğrenciye aktif bir rol vermez.
Geleneksel eğitim anlayışını biçimlendiren felsefe pozitivizimdir. Pozitivist felsefe, bilginin nesnel olduğunu benimsemiş, kişinin dışında olduğunu ve keşfedilerek ortaya çıkarıldığını savunmuştur. Bu felsefenin yönlendirdiği eğitim anlayışında, nesnel olduğu kabul edilen bilgi, kitaplara yerleştirilmiştir. Bu bilginin öğrencilere aktarılması gerekir.
Yaygınlık kazanan yeni paradigma, bilginin keşfedildiğini, yorumlandığını; ortaya çıkarıldığını oluşturulduğunu yani kişi tarafından yapılandırıldığını savunmaktadır. Bu anlayışta bilgi kişinin dışında değildir. Kişinin bilgisi o kişiye aittir. Ona ait izler taşır. Bu nedenle özneldir. Bilgi kişinin kendi deneyimleri, gözlemleri, yorumları ve mantıksal düşünceleri sonucu oluşur.
Yapılandırmacılık, bilginin doğasına ilişkin yeni görüşleri, öğrenme ve öğretme sürecine yansıtmıştır.Bu açıdan yapılandırmacılık, felsefedeki pozitivizim sonrası oluşan yeni bakış açısının, öğrenme kuramlarına ayarlanmasıdır. Felsefedeki öznel gerçeklik üzerine kurulan bu eğitim anlayışı “yapılandırmacılık” veya “oluşturmacılık” olarak adlandırılmaktadır.
Yapılandırmacılık, öğrenenin, bilgiyi bireysel ve sosyal olarak kendisinin oluşturduğunu kabul eder. Yapılandırmacı görüş, üretici öğrenme, keşfederek öğrenme ve duruma bağlı öğrenme gibi teorilerin bir araya gelmesiyle oluşan bir görüştür. Bu görüşler arasındaki ortak nokta, bireylerin bilgiyi aynen almaları yerine, kendi bilgilerini yeniden oluşturmalarıdır.
Yapılandırmacılıkta vurgu, öğreticiden ziyade öğrenen üzerindedir. Objelerle ve olaylarla etkileşen, öğrenendir ve böylelikle öğrenen bu objeler veya olayların sahip olduğu özelliklerin bir anlayışını kazanır. Öğrenen kendi kavramsallaştırdıklarını ve problemlerin çözümlerini yapılandırır.Öğrenciler kendilerinde var olan bilgiyle beraber yeni bilgiyi kendi öznel durumlarına uyarlayarak öğrenirler.”Aktif öğrenme” yapılandırıcı öğrenmenin en temel noktalarından biridir.
YAPILANDIRMACILIK NEDİR ?
Bu terim bilginin öğrenci tarafından yapılandırılmasını ifade eder. Her öğrenci öğrenirken, anlamı, bireysel ve sosyal olarak yapılandırır. Esasen öğrenme dediğimiz şey, bu anlamlandırma yada anlam yapılandırma sürecidir.
YAPILANDIRMACILIĞIN FELSEFİ TEMELLERİ
Öğrenme felsefesi olarak yapılandırmacılık 18. yüzyılda insanların kendi kendilerine ne yapılandırırlarsa onu anlayabildiklerini söyleyen felsefeci Giambatista Vico’ nun çalışmalarına kadar uzanır. Giambatista Vico 1710’ da “ bir şeyi bilen onu açıklayabilendir” ifadesini kullanmıştır.Immanuel Kant daha sonraları bu fikri geliştirerek, bilgiyi almada insan oğlunun pasif olmadığını ifade etmiştir. Öğrenci bilgiyi aktif olarak alır, bunu daha önceki bilgilerle ilişkilendirir ve onu kendi yorumu ile kurarak kendisinin yapar.

YAPILANDIRMACILIK EĞİTİM DURUMLARINI YENİDEN DÜZENLER
Bilgi ve bilmenin doğasına ilişkin bildiklerimiz, eğitim durumlarını düzenlememiz için bir temel sağalar. Eğer öğrencilerin pasif olarak bilgiyi aldıklarına inanırsak öğretimde öncelik, bilginin aktarımında olacaktır. Eğer öğrencilerin bilgiyi alırken kendi bilgisini de ürettiğini düşünürsek anlama ve anlam geliştirme üzerine odaklanırız.
Yapılandırmacı öğrenme yaklaşımı, geleneksel eğitim anlayışından radikal bir şekilde ayrılmaktadır. Bu yaklaşımda amaç, kişinin bilgiyi özümsemede aktif rol alarak onu kendi zihinsel şemalarında yerli yerine oturtabilmesidir.
Öğrencinin okuldan aldığı bilgileri gerçek hayata uyarlayabilmesi, bir takım bilgi parçalarını ezberlemesinden daha değerlidir. Yapılandırmacı yaklaşım, öğretmenlerin öğretim programlarını sabit, değişmeyen yapılar, kendilerini de bilginin yegane kaynağı görmeleri yerine hem öğretim programlarını hem ders işleme yöntemlerini sürekli analiz etmeleri gerekir.
YAPILANDIRMACI YAKLAŞIMIN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Yapılandırmacı teori: dışarıda bir yerde öğrenenden bağımsız bir bilgi olmadığını, sadece öğrenirken kendi kendimize yapılandırdığımız bilginin var olduğunu savunur.Eğer bilginin dışarıda var olan gerçek dünya ile ilgili öğrenmeyi içerdiğine inanırsak o zaman dünyayı anlamaya çalışır, onu mümkün olan en rasyonel yolla düzenler ve öğretmenler olarak öğrencilere sunarız.
Eğitimde amaç her zaman öğrenciden bağımsız olan dünya yapısını öğrencilere açıklamaktır. Eğitimciler dünyayı anlamaları için öğrencilere yardım eder. Ancak genellikle onların kendi dünyalarını oluşturmalarına izin vermezler.
Yapılandırmacı teori eğitimcilerin dikkatlerini öğretilenlerden alıp, yapıyı açıklamak için kendi modellerini oluşturma sürecindeki öğrencilere vermesini vurgular. Yapılandırmacı öğrenmenin temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
 Öğretme değil öğrenme ön plandadır.
 Öğrencinin özerkliği ve girişimciliği cesaretlendirilir.
 Öğrencide öğrenme iste ve amacı yaratmak önemlidir.
 Öğrenci bilgiyi sorgulamalıdır.
 Öğrenmede yaşantı önemli yer tutar.
 Öğrencinin doğal merakı desteklenmelidir.
 Öğrenme öğrencinin zihinsel modeli üzerine kurulur.
 Öğretmen öğrencinin sadece Ne öğrendiği ile değil, Nasıl öğrendiği ile ilgilenmelidir.
 Öğrenmenin içinde oluşturduğu bağlam önemlidir.
 Öğrenmede tahmin etme, yaratma ve analiz önemli yer tutar.
BİLİŞSEL YAPILANDIRMACILIK
Bilişsel yapılandırmacılar, bilginin nasıl oluşturulduğunu açıklamada Piaget’in teorisini kullanırlar.Öğrenme, Piaget’in öne sürdüğü ; özümleme, uyma ve denge kavramları ile açıklanır.
Piaget, bilginin bireyin çevresiyle aktif olarak etkileşimi sırasında ortaya çıktığını varsayar. Piaget bu yaklaşımını özümleme, uyma ve dengeleme süreçleri ile açıklamaktadır. Bu açıklamaya göre birey, karşılaştığı yeni durumu eski bilgi ve deneyimi yardımıyla tanımaya yani özümlemeye çalışır. Eski bilgilerinin yeterli olmadığını fark ettiğinde zihninde yeni bir kavram yaratarak yeni duruma uyum sağlar. Bu durumda zihninde yeni duruma karşılık gelen yeni bir kavram oluşturulmuştur. Böylece yeni bir durumla karşılaştığında bozulan denge yeniden sağlanmış olur.
Önce sehpayı gören çocuk masa ile karşılaştığında önce onu zihnindeki sehpa ile karşılaştıracak ancak tam olarak sehpaya da benzemediğini fark ettiğinde bir dengesizlik yaşayacaktır. Karşılaştığı yeni nesneyi, sehpa ile benzerlik ve ayrılıklarına dikkat ederek, anlamaya yani özümsemeye çalışır.Zihninde masa kavramı oluştuğunda uyma durumu gerçekleşir.Her iki kavramı uygun nesneler için kullanmaya başladığında zihin yeni bir denge durumuna geçmiş olur.
Bilişsel yapılandırmacı yaklaşımda, referans noktası, kişinin o ana kadar sahip olduğu bilgiler ve bu bilgilerin oluşturduğu bilişsel yapıdır.Bu bilişsel yapı dengededir. Kişi, yeni bilgiyi bu bilişsel yapısını kullanarak anlamlandırır.Eğer kişi yeni bilgiyi önceki bilgileriyle çelişmeden ilişkilendirebiliyorsa, mevcut bilişsel yapısının içine özümler. Bu durum o kişi için yeni bir denge durumudur.
Eğer yeni bilgi, kişinin önceki bilişsel yapısıyla çelişiyorsa veya yetersiz kalıyorsa kişi yeni bilgiyi var olan bilişsel yapısının içinde özümleyemeyecektir. Bu durumda kişi, bir bilişsel dengesizlik yaşar. Yeni bilgiyi bilişsel yapısına özümleyebilmek için bilişsel yapısında bir düzenlenmeye gitmek zorunda kalır. Bu düzenlenmeyi zihninde yeni bir kavram yaratarak gerçekleştirir. Yeni durum bireyi tekrar yeni bir bilişsel dengeye ulaştırır.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

MİKROBİLGİSAYAR SİSTEMLERİ VE ASSEMBLER

Bilgisayarların Tarihi Gelişimi


Basit bir hayale dalın, bir kişinin istediği bilgiye anında Internet denilen dünya bilgisayarlar arası bağlantı ile erişebildiğini, günlerce sürecek hesaplamaların sonucunu bir tuşa dokunmakla birkaç saniye içerisinde alabildiğini, bir hastanın tüm iç yapısının taranarak ne gibi hastalıkları olduğunu anında öğrenilebildiğini ve bu sonuçlara göre tanının konulabildiğini, milyonlarca metre uzaktaki uzay araçlarının kontrol edilebildiğini ve yönlendirilebildiğini, binlerce kişinin yatırım bilgilerinin tutulduğu banka hesaplarının birkaç tuşa dokunularak ne durumda olduğunun gözlenebildiğini, taşıtların ve elektronik aletlerin insan eli değmeden robotlar vasıtasıyla üretilebildiğini, işin ve okulun yerinden kalkmadan evden yürütülebildiğini düşünün.
İnsanoğlu beyin ve kas kuvvetini kullanarak sürekli yaptığı ve sonuçlanması uzun zaman alan işleri kolaylaştırmak ve hızlandırmak için tarihi süreç içerisinde bazı araçlar geliştirmiştir. Bunlardan belli başlıları hesaplamalarda kullanılan abaküs ve sürgülü hesap cetvelidir.
Büyüklük ve karmaşıklık yönünden insanlar tarafından elle yapılan hesaplamalarda iki ciddi sınırlama ortaya çıkmaktaydı:
1. ) Belli bir hıza sahip olan insan beyni ile yapılan çalışmalar sınırlıdır. Basit toplama veya çarpma gibi birkaç işlemlik hesaplamalar insan tarafından kısa zamanda yapılabilmektedir. Fakat daha büyük ve karmaşık üssel ifadelerin yer aldığı hesaplamalar elle yapılması durumunda, çok zaman alabilecek ve doğru sonucun alınması zorlaşacaktır.
2. )İnsan beyni karmaşık hesaplamalarda hata yapmaya meyillidir.
1642 yılında Blaise PASCAL, adına Pascaline denilen,toplama ve çıkarma yapabilen otomatik masaüstü alet geliştirmiştir.Aslında üst üste toplamanın bir çarpma ,üst üste çıkarmanın da bir bölme işlemi olmasına rağmen bu mekanik hesaplayıcı çarpma ve bölme işlemlerinde zayıflık göstermekteydi.
1671 yılında Gottfried Leibnitz adlı alman filozof pascaline makinesindeki bu zayıflığı gideren bir sistem geliştirmiştir. Hesaplamalarda doğru sonuçlar almaya yatkın ve adına Differens Machine denilen aleti ingiliz matematikçi Charles Babbage gerçekleştirmiştir.
Daha sonra bu aleti geliştirerek, aritmetik problemlerin çözülmesi için tasarlanan ve adına Analytical Engine denilen tek-görevli genel amaçlı bilgisayarı ortaya çıkarmıştır. Bu cihazın temeli aslında günümüz sayısal bilgisayarlarının da özünü oluşturan, verinin belli kurallar dahilinde işlenmesinin gerçekleştirildiği işlemci birimi ve bu kuralların tutulduğu yer (bellek) depo veya giriş birimi ve hesap sonuçlarının yerleştirildiği çıkış birimidir (yazıcı).
1840 yılında Lady Ada Lovelance adlı matematikçi Babbage' in yarım kalan makinesini program yönünden geliştirmiş ve ilk program tasarımcısı (programcı) unvanını almıştır.
1890 yılında Herman Hollerith adlı makine mühendisi ve istatistikçi bilgilerin elle mekanik makinelere girilmesinin uzun zaman alması gibi sorunların ortadan kaldırmak için nüfus bilgilerinin delikli kartlarla makineye girilmesi fikrini geliştirmiştir. Daha sonra delikli kartlarda bilginin giriş-çıktı formatını daha düzgün hale getirerek verinin hızlı bir şekilde işlenmesini sağlamıştır. Bu makineyi geliştirdiği firma şu anda dünyadaki en büyük bilgisayar şirketlerinden birisi olan IBM 'in temellerini oluşturmuştur.
Aynı zamanda alman Konrad Zuse adlı ilim adamı, ilk role tabanlı bilgisayarı tasarlamış ve gerçekleştirmiştir.
1937 yılında Howard H. Aiken Mark-1 adlı makineyi geliştirmiştir. Mark-1 tamamı elektronik elemanlardan oluşmayan genel amaçlı bir makineydi, bunun yerine 1943 'de yapımına başlanan ve 1946'da bitirilen tamamı elektronik aksamlardan meydana gelen kısaca adına ENIAC denilen bir bilgisayar geliştirilmiştir.Bilgisayarda bulunan 19 bin lamba yaklaşık 150 KW güç tüketmekleydi.
ENIAC bilgisayarında yetersiz miktardaki bilginin tutulabilmesi, verilerinin sürekli değiştirilerek tekrar tekrar makineye girilmesini zorunlu hale getirmiştir.
Daha sonraları Macar John von Neuman isimli matematikçi bu soruna bir çare olarak verinin makinenin içerisinde saklanmasını göstermiştir. Bu yol, komutların sayısal değerler olarak makinenin içerisinde depolanmasıdır.
İlk program depolamalı bilgisayar 1949'da EDSAC adıyla Cambridge Üniversitesinde geliştirilmiştir.
Daha sonra bu gelişmeyi ACE adlı bilgisayar takip etmiştir.
1951 yılında, Amerika'da UNIVAC-1 adlı makine geliştirilmiştir.
Elektriğin bulunması ile mekanik parçaların yerine geçecek parçaların tasarlanması yeni fikirler ortaya çıkarmış (Elektronik devri başlamış) ve bunun sonucunda lambalar icat edilmiştir.
Bilgisayarlarda(hesaplayıcılarda) lambaların kullanılması kısa zamanda pek çok hesaplamanın yapılmasını sağlamış fakat, bilginin (komut ve veri grubu) nerede saklanacağı ve hangi yöntemle makineye verileceği sorun olmaya devam etmiştir.
Daha sonraları lambanın yerine silisyum ve germanyum maddelerinin bulunup transistörün icat edilmesiyle elektronik dünyasında ve dolayısıyla bilgisayar sistemlerinde büyük ve hızlı gelişmeler yasanmış ve yaşanmaktadır.

Bilgiyi giriş olarak alan, bunu belli bir kurala göre işleyen ve sonucu çıktı olarak veren sisteme basit olarak bilgisayar denir. Makine olarak tanımlanan bilgisayar, veriyi belli bir düzen dahilinde işler. Buradaki veri, işlenecek bilgidir. Verinin işleniş düzenini veya kuralları donanımın dışında komutlar koyar. Sayısal değerler belli bir formatta sisteme yerleştirilmek zorundadır. Sistemdeki herhangi bir fiziksel ve mantıksal parametreler ikilik sayılarla ifade edilmektedir.
Bilgisayar sistemleri iki temel öğeden oluşmaktadır. Bunlar; yazılım ve donanımdır. Her ikisi de birbirinin tamamlayıcıdır, birisi olmazsa diğeri de olmaz. Sistem öncelikli olarak tasarlanırken önce sistemi meydana getirecek elemanlar, yani donanım parçaları göz önüne alınır. Daha sonra yazılım bu yapıya bakılarak yazılır.
Yazılım, donanımın hangi yönteme göre nasıl çalışacağını gösteren bir sanal uygulamadır. Donanım, yazılıma göre belli zamanlarda devreye girerek fonksiyonlarını yerine getirmekle görevlidir.Tüm sayısal bilgisayarlar şekilde gösterilen elemanlara sahiptir. Bunların dışındaki eleman ya da cihazlar seçimliktir.
Bilgisayarı oluşturan bir sistemdeki temel elemanlar; mikroişlemci(CPU), bellek ve giriş/çıkış (G/Ç) birimleridir. Mikroişlemcinin işleyeceği komutlar ve veriler geçici veya kalıcı belleklerde tutulmaktadır. Bilgiyi oluşturan komut ve veriler bellekte karmaşık veya farklı alanlarda tutulabilir.
Bilginin işlenmesi sırasında ortaya çıkabilecek ara değerler, en sonunda sonuçlar bellekte bir yerde depolanmak zorundadır. Bütün bu yapılan işlemler bir hesaba dayanmaktadır. Bilgisayarın bilgiyi işlemedeki ana karar vericisi sistemin kalbi sayılan mikroişlemcidir.
CPU tarafından gerçekleştirilen iki temel işlem vardır. Birincisi, komutların yorumlanarak doğru bir sırada gerçekleşmesini sağlayan kontrol işlevi, diğeri; toplama, çıkarma ve benzeri özel matematik ve mantık işlemlerinin gerçekleştirilmesini sağlayan icra işlevidir.
Ayrıca sistemin dışarıda denetlemek islediği bir aleti belli bir düzende kontrol edebilmesi için bir de giriş/çıkış birimine gerek vardır. G/Ç birimi, makine ile kullanıcı (veya programcı) arasında bilginin makine dilinden insanın anlayacağı dile çevrilmesinde veya tersi işlemde iletişim (aracı) sağlar.
Sistemin öne çıkmayan diğer elemanları iletişim yollandır. Adres yolu, veri yolu ve kontrol yolu olarak üçe ayrılan iletişim yolu, bilgisayar sistemindeki birimler arasında bilginin taşınmasından sorumludur.Adres yoluna bellekten getirilerek çalıştırılmak istenen komut adresi veya komutun işlenmesiyle bellekten getirilecek verinin adresi konulur.
Sonuç olarak, ister insan yapısı ister yapay olsun her bilgisayar aşağıdaki elemanlara sahip olmalıdır:
1. Programın yorumlanması ve çalıştırılmasını gerçekleştiren bir mikroişlemci.
2. Bir dizi komutlardan oluşan program ve verilerin sürekli veya geçici depolandığı bellek.
3. Bilgisayarın dış dünya ile bağlantısını sağlayan sağlayan giriş/çıkış birimi.
4. CPU ve bellek aracındaki bilgi aktarımını ve işlemcinin dış dünya ile iletişimini sağlayan iletişim yolları
Çalışma Bakımından Bilgisayarlar:
1. Analog Bilgisayarlar
2. Sayısal (digital) bilgisayarlar
3. karma (hybrit) bilgisayarlardır.
1. Analog bilgisayarlar, kayıt yapmada tam bir değerin başlangıcından sonuna kadar sürekli fonksiyonlarını kullanırlar. Nasıl ki bir termometre ısıya veya bir barometre atmosfer çevresindeki hava değişimine (basıncına) duyarlıysa, Analog bilgisayarlar da kullanıldığı uçak veya benzeri sistemlerde bu değerlerin ölçülüp değerlendirilmesinde duyarlığa sahiptir. Bir çok ölçüm ve denetim cihazı, kesik adımlı sinyallerden daha çok sürekli sinyallere bağlı olarak analog çalışırlar.
2. Sayısal bilgisayarlar, kesikli veya süreklilik arz etmeyen bilgiyi yorumlarlar. Sayısal sistemlerde her şey "evet" veya "hayır"la ifade edilebilmektedir. Böylece "evet" yerine geçen 1' ler ve "hayır" yerine geçen 0' larla her şey tanımlanabilmektedir. Analog bilgisayarlara göre hızlı ve performansı yüksektir. Analog bilgisayarlar matematiksel olarak bazı işlemleri yapabildikleri halde, sayısal bilgisayarlar aynı zamanda mantık işlemlerini de kolaylıkla yapabilmektedir.
3. Karma (hibrid) bilgisayarlar, analog ve sayısal bilgisayarların her iki özelliğini kendisinde bulunduran bilgisayarlardır. Uygulama özelliklerine göre bu cihazlar tasarlanmaktadır.
Fiziksel büyüklük bakımından bilgisayarlar: Bilgisayarların fiziksel açıdan birbirinden ayrılmasında büyüklüğü, hızı ve maliyeti göz önüne alınmaktadır.
1. Mikrobilgisayarlar
2. minibilgisayarlar
3. Mainframe sistemleri
4. süper bilgisayarlar
1. Mikrobilgisayarlar: Günümüzde moda kelimelerle ifade edilen bu ayırımlardan en küçük olanına Mikrobilgisayar denilmektedir. Belli başlı elemanları; sistem birimi, monitör ve klavyedir. Sistem biriminin içersinde CPU, anakart, ekran kartı, sabit disk, CD-sürücü bulunan metalik-plastik karışımı kutudur. Büyük orandaki verilerin depolanmasında ve üzerinde hesaplamaların yapılmasında, daha güçlü ve büyük veri depolama ve işleme araçları gerektirmiştir.
2. Minibilgisayarlar: Adına minibilgisayar (büyük ölçekli bilgisayar) denilen yüksek düzeyli makinelerde, veriler ve programlar manyetik disk ortamında tutulurken, aynı anda birden fazla kişi tarafından paylaşılması sağlanmaktadır.
Bu tip bilgisayarlar bir ana sistem ve bunlara bağlı manyetik disk birimi ve terminaller (Workstation) bulunan yapıya sahiptir. Mini bilgisayarlar genelde bilimsel araştırmalarda küçük boyutlu bankalarda ve işletmelerde kullanılmaktadır.
3. Mainframe Sistemler: Giderek ihtiyaçların çoğalması, bilimin ve teknolojinin ilerlemesi daha büyük ve hızlı sistemleri de beraberinde getirmiştir. Daha büyük kapasiteli veri saklama ortamları ve bunları çok hızlı bir şekilde işleyebilecek sistem elemanlarına sahip sistemlere Mainframe (Çok büyük ölçekli bilgisayar) denilmekledir. Mainframe, mini bilgisayarların talep edilen zamanda sonuçlandıramadığı işlemleri çok kısa zamanda yapabilecek yeteneğe sahip sistemlerdir.
Bu sistemde büyük ve birden fazla manyetik veri depolama ortamları, disk ortamları, yazıcılar ve daha çok terminaller bulunmaktadır. Bu büyük boyutlu bilgisayarlar, veri işleme işlerinde orta büyüklükteki iş merkezinden çok büyük iş merkezlerine kadar kullanılmakladır.
Genellikle büyük maliyetli bilimsel çalışmalarda (NASA), bankacılık işlemlerinde ve üniversitelerin araştırma laboratuarlarında yer almaktadır.
4. Süper Bilgisayarlar: Diğer bir yüksek düzeyli bilgisayar türü de Süperbilgisayarlardır. Bu sistem, ölçek olarak mainframe'den daha büyük olmayabilir, fakat yaptığı iş ve maliyet bakımından diğerlerinden ayrılmaktadır.
Çok hassas ölçümlerin üzerinde çalışılmasında, kesin hava tahminlerinde, derin uzay araştırmalarında ve geniş ölçekli sayısal çalışmalarda bu bilgisayarlar kullanılmaktadır. Bir çok bilgisayar bir araya getirilerek süper bilgisayar sistemi oluşturulabileceği gibi günümüzde süperbilgisayar olarak satılan bilgisayar sitemleri de vardır(Cray II gibi).

MİKROİŞLEMCİLER
Mikroişlemciler, bilgisayar sisteminin kalbidir. Bilgisayar operasyonlarını kontrol ederek veri işleme işlevlerini yerine getirir. Kısaca işlemci veya CPU, kullanıcı ya da programcı tarafından yazılan programları meydana getiren komutları veya bilgileri yorumlamak ve yerine getirmek için gerekli olan tüm mantıksal devreleri kapsar.
İlk mikroişlemci 1971 yılında hesap makinesi amacıyla üretilen Intel firmasının 4004 adlı ürünüdür. Bir defada işleyebileceği verinin 4-bit olmasından dolayı 4-bitlik işlemci denilmekteydi.
Bir anda ele alabildiği bit sayısına bakılarak güçlü olup olmadığı anlaşılan işlemcilere daha sonra kısa bir süreç için sınırlı sayıda işlem yapabilen 8-bitlik 8008 işlemcisi eklenmiştir. 1974 yılında Intel 8080 adlı işlemcisini, hemen ardından önceki işlemci ile pek farkı olamayan Motorola 6800 adlı işlemcisini piyasaya sürmüşlerdir. Birbirleri arasında küçük farklılıklar olan iki işlemci daha piyasaya sürülmüştür. Bunlar, MOS Technology firması tarafından üretilen 6502 ve Zilog firması tarafından üretilen Z-80 işlemcileridir.
8-bitlik 8080 ve Z-80 mikroişlemcilerinde hesaplama yapmak maksadıyla bol miktarda kaydedici vardır. Bundan dolayı bu işlemcilere kaydediciye dayalı işlemciler denilmekledir.
Diğer 8 bitlik işlemciler 6800 ve 6502, anlaşılır komutlar ve daha fazla adresleme modu kullanmaları, kaydedicilerinin fazla olmamasından dolayı veri manevrasında sık sık belleği kullanmalarından dolayı belleğe dayalı işlemciler olarak anılırlar. Bu gruplar birbirlerinin bellek ve G/Ç yongalarını kullanabilmektedirler.
80X86 İŞLEMCİ AİLESİ
80x86 işlemcisiyle birlikte, intel ailesinin mikroişlemcilerde kullandığı mimariye intel mimarisi (IA) ya da X86 mimarisi denilmiştir.
1. Birinci Kuşak Mikroişlemciler : Birinci kuşak mikroişlemciler, eski orijinal IBM PC. XT tipi ve benzer makinelerde kullanılmıştır. Bu kuşağa giren mikroişlemciler 8086 ve 8088 modelidir.
8086 ve 8088 İşlemciler: IA ailesindeki ilk gerçek mikroişlemci 8086 ve bşraz daha düşük mimarili olan 8088 işlemcisidir. Bu iki işlemci pin uyumsuz olmalarına rağmen her iki işlemci de aynı programı sorunsuz çalıştırabilmektedir. Bu ki çip CISC mimarisine dayalı olarak üretilmişlerdir. Her iki işlemci de 20 adres hattına sahiptir. Adres hattı sayısı işlemcinin ne kadar bellek alanına ulaşabileceğini gösterir. 20 adres hattına sahip bu işlemcilerle toplam 1 MB’ lık bir bellek uzayı adreslenebilir. 8086 ve 8088 farklı veri yolu büyüklüğüne sahiptirler. Veri yolu kapasitesi mikroişlemcinin bir çevrimde ne kadar baytlık bir veriyi okuyabileceğini ya da yazabileceğini tayin eder. 8086 16 bitlik veri yoluna sahipken, 8088, 8 bit veri yoluna sahiptir. 8086 hattındaki işlemciler 4 MHz ile 16 MHz arasındaki hızlarda çalışırlar.
80186 ve 80188 işlemciler: bu işlemcilerin belli başlı özellikleri eklenen yeni komutlar, korumada yeni hata toleranslarıdır. Intel bu işlemcilere halihazırda PC’ lerde kullanılan birçok çevresel çipleri (kesme denetimcisi, aralık zamanlayıcısı, DMA denetimcisi saat üreteci ve diğer çekirdek mantık devreleri) entegre etmiştir. 80186 v e 80188 işlemcileri 6 MHz ile 40MHz arasında hızlara sahiptir.
2. İkinci Kuşak Mikroişlemciler: bu kuşağa giren işlemci sadece 286 modelidir.
80286 İşlemciler: Bu işlemcide komut kümelerinin genişletilmesine devam edildi. Dört adres hattının eklenmesiyle birlikte yeni bir işletim modu olan Korumalı Mod ortaya atıldı. 24 adres hattına sahip olan bu işlemciler 16 MB’lık bellek alanını hesaplayabilirler. Bu işlemcilerin bilgisayarlarda kullanılmasıyla birlikte, küçük ev ve ofis bilgisayarlarına 1985 yılında itibaren PC-AT sistemler denilmiştir. 80286’ nın kullanıldığı yıllarda ilk çipsetler (entegre kümesi) ortaya atıldı. 80286 işlemciler, 6 MHz ile 25 Mhz hızları arasında bir frekansa sahiptirler.
3. Üçüncü Kuşak Mikroişlemciler: 386 işlemcilerin tamamı üçüncü kuşak işlemcileri oluşturur.
80386 İşlemciler: ilk gerçek 32 bit mikroişlemcidir. Bu özelliği sayesinde 4Gb’ lık bellek adreslemesi sağlamıştır. Düz 386 işlemcisinden sonra 80386 SX adlı bir türevi daha çıkarıldı. SX modeli 16 bit veriyolu ve 24 bit adres yoluna sahip d80386 modelin ucuz bir versiyonudur. 80386 işlemcisi altı adet paralel aşama ile çalışan ilk işlemcidir. 386 işlemcilerin kullanıldığı yıllarda işlemciye dayalı bilgisayarlarda ön bellek tanımları yapılması fikri benimsendi.
4. Dördüncü Kuşak Mikroişlemciler: bu kuşaktaki işlemciler güç ve yetenek bakımından hızlı bir çıkış yapmıştır.
80486 İşlemciler: 80386 versiyonunun mimari yönden biraz daha geliştirilmiş bir tipidir. Bu işlemcideki en önemli gelişmelerden birisi, 80486 çekirdek mantığına 80387 matematik işlemcisinin entegre edilmesidir. Günümüzde FPU (Floating Point Unit Yuvarlanmış sayılarla iş yapan birim) olarak yerini alan bu matematik işlemcisi olmadan, bazı programlar pahalı donanım ihtiyacı duyar. 80486 işlemcinin DX ve SX modelleri çıkarılmıştır. SX modeli DX modeline göre daha ucuzdur ve SX modelinde matematik işlemcisi yoktur. SX modeli için geliştirilen 387SX işlemcisinin geliştirilmesiyle birlikte az güç harcayan ve performansı artan SL modeli piyasaya sürüldü. Bu model özellikle taşınabilir bilgisayarlarda kullanıldı. Anakart üzerindeki çekirdek frekansın çarpan devreleri vasıtasıyla ayarlanmasıyla DX2 ve DX4 modelleri tanıtıldı.
Beşinci Kuşak Mikroişlemciler
Pentium İşlemciler: Birden fazla icar birimine sahiptir. 60-66 MHZ hızlarında üretilmişlerdir. u ve v olarak bilinen iki iletişim kanalında aynı anda iki ayrı komut çalıştırılabilir. 8 KB’ lık komut kodu, 8KB’ lık veri ön belleği vardır. 64 bitlik harici veriyoluna sahiptir. Dahili veriyolu 128 ile 256 bit genişliğindedir.
Altıncı Kuşak mikroişlemciler
Pentium Pro İşlemci: derin iş hattı, 100 MHz’ lik saat hızının aşılmasında önbellek erişim darboğazını ortadan kaldırmak için geliştirilmiştir. Ayrıca işlemcinin bellek erişim hızını arttırmak için ikincil ön bellek işlemcinin yakınına alınmıştır. Dört adet işlemciyi destekleme özelliğine sahiptir. Özellikle server tipi bilgisayarlarda kullanılır. İşlemci içinde L1 önbellek, işilemci dışında ama aynı hızda L2 ön bellek kullanılmıştır.
Pentium II işlemci: Pentium Pro işlemciye MMX(multi medya) özelliklerinin eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. 100 MHz hızında ön veri yolu, birbirinden bağımsız çift veri yolu, SLOT paketleme tipi ilk defa bu işlemcide kullanılmıştır, L2 ön belleği işlemci çekirdeğinden dışarı fakat kılıf içine alınmıştır.
Pentium II Xeon işlemci: özellikle server tipi bilgisayarlar için tasarlanmıştır. Geniş ve hızlı ön belleklere sahiptir. 400-450 MHz hızlarda çalışırlar. Birden fazla işlemciyi destekler.
Celeron İşlemciler: Pentium II işlemci ile mimari yönden aynı L2 ön bellek yönünden farklıdır. 16 Kb komut ve 16 KB veri olmak üzere toplam 32 KB’ lık L1 ön belleğe sahiptirç işlemci kartuşu üzerinde L’2 ön belleği yoktur.
Pentium III İşlemciler: önceki işlemci modellerine ilave olarak 3D komutları vardır. Aynı anda matematiksel ve 3D komutların kullanılmasına izin veren SIMD (Single Instruction Multiple Data) teknolojisine sahiptir. Yani tek komutla çok data işleme özelliği vardır. 3D uygulamalarını hızlandırmak için 70 adet yeni komuta sahiptir.
Pentium IV işlemci: 1.4 GHz’ den başlayan hızlarda üretilmişleridir. Yüksek saat çevrimlerinde, tamsayı ve kayan nokta hesaplamalarını yüksek bir performansta başarmak için NetBurst Mimarisi tasarlanmıştır. 400 Mhz hızında sistem veri yolu kullanır. Görselliğin yoğun olarak kullanıldığı internet ortamı, ses ve görsel iletişim 3D uygulamalar, ses tanınması, MP3 çözümü, DVD oynatımı gibi uygulamalarda yüksek performans sunarken, ısının kontrol edilebilir derecede tutulmasını sağlar.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS


Bilişsel Psikoloji

1960’lardan sonra ortaya çıkan bilişsel (cognitive) psikoloji, algılama, bellek ve düşünme gibi zihinsel süreçleri inceler; bireyin kendini ve fiziksel-toplumsal çevreyi algılama biçimi, inançları ve tutumları üzerinde durur (Kültürel farklılıkların davranış üzerine etkisi gibi).

Bilişsel Yaklaşım

Bilim ve biliş (cognition) olguları hep insanın ilgisini çekmiş, değişik yaklaşımların konusu olmuştur. Bilgi edinme ve bilinçli duruma gelme sürecinin öğrenme, davranış üzerindeki etkileri psikolojinin konusunu oluşturur. Çağdaş biliş anlayışında iki yaklaşım göze çarpar. Bunlardan biri Bilgi işlemi yaklaşımdır. Bunda düşünceyi ve usavurma (akıl yürütme) süreçlerini açıklamak amaçtır. Bu yaklaşım insan zihnini çeşitli programlara göre bilgi edinmek, bilgiyi işlemek, depolamak ve kullanmak üzere tasarlanmış gelişkin bir bilgisayar sistemi olarak ele alır. Diğer yaklaşım Jean Piaget'nin çalışmalarına dayanan yaklaşımdır. Gelişme psikolojisi alanındaki çalışmaları ile tanınan Piaget, çocuğun yetişkinliğe değin bir dizi zihinsel gelişim evrelerinden geçtiğini savunmuştur. Piaget, çocukta dört gelişim evresi saptamıştır. Piaget'nin gelişme ile ilgili görüşleri eğitim anlayışında değişiklikler getirmiştir. Belli kavramların özümlenebilmesi için zihinsel gelişmede belli aşamaların tamamlanmış olmasının gereği anlaşılmıştır. Öğretmenin görevi çocuğa yalnızca bilgi aktarmak değil, ona dünyayı keşfetmesinde rehberlik etmektir. ABD'li psikolog ve eğitimci Jerame S. Bruner, küçük çocuklarda algı, öğrenme, bellek gibi biliş biçimleri konularındaki çalışmaları ile eğitim anlayışında etkili olmuştur. Çalışmaları, ders programlarının yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Bruner'e göre; bütün çocuklarda doğal bir merak ve değişik konulara ilgi vardır. Hangi gelişim amacında olursa olsun her çocuğa uygun biçimde verilmesi koşuluyla her konuyu öğretmek mümkündür.

Psikolojide bilişsel teori, davranışların açıklanmasında düşünce, beklenti, tutum, şema, prototip, temsil, atıf ve benzeri içsel süreçleri temel alan teorik bir perspektiftir. Bu yaklaşımın temel anlayışına göre insanlar çevrelerinde karşılaştıkları uyaranların algılanmasında ve yorumlanmasında aktiftirler.

Bu başlık altında, birbirinden az çok farklı çeşitli model ve yaklaşımlar yer almaktadır. Bunlar arasında en önemlileri geştalt teori, fenomenoloji, alan teorisi, bilgi-işlem teorisi olarak belirtilebilir.

Bilişsel yaklaşım, bireylerin benzer uyaranlar karşısında farklı tepkilerini anlamamızı sağlamaktadır. Örneğin bir sınavdan aynı notu alan iki öğrenciden birinin hoşnut olması, diğerinin olmaması, notu veya uyaranın objektif özelliklerini dikkate alan yaklaşımlara göre anlaşılmaz bir tepki gibi görünmektedir; ancak bu olgu, sınav notunun bireyler tarafından algılanmasını ve sınavın bireyler için anlamını öne çıkaran bilişsel yaklaşım çerçevesinde rahatlıkla açıklanabilmektedir.
BİLİŞSEL GELİŞİM Nedir?
Jean Piaget'e göre bilişsel gelişim
Bu konu, “Psikoloji Bilimi”nde en önemli kuramlardan birisini ifade etmektedir.
Jean Piaget’in “Zihin Gelişimi Kuramı” son derece önemli ve bence her eğitimli ve sorumluluk sahibi kimsenin bilmesi ve özümsemesi gereken kuramlardan birisidir. O yüzden bu yazımı biraz ayrıntılı ve uzun yazacağım. Yararlı olmasını umuyorum… Ve umarım ki sonuna kadar okumaya özen gösterirsiniz. Ek bilgi açısından Örütbağ/İnternette arama yapmanızı ve anlaşılmayan noktaları sormanızı tavsiye ederim.
KAVRAMLARI
ZEKA: Zeka’nın tanımı kesin olmamakla birlikte J. Piaget’e göre: Çevreye Uyum Yapabilme Yeteneğidir. Piaget’in bu tanımı yapması, Zeka kuramlarının gelişimi açısında bir milat olmuş gibidir. Çünkü bu tanım ile Zeka’nın ne olduğu ile ilgili ortak ve üzerinden gidilebilir bir tanım yapılmış oluyordu. Temel olarak bir kimse, içinde bulunduğu ortama ne kadar kısa sürede uyum yapabiliyorsa, o kadar zekidir. Ancak bu “Sosyal Ortam” olarak algılanmamalıdır sadece.
ÖRGÜTLEME: İnsan doğuştan iki temel eğilim getirmektedir: Örgütleme ve Uyum Sağlama. Örgütleme; süreçleri, dizgeli/sistematik ve tutarlı hale getirme, bu amaçla birleştirme ve eş işlev/koordinasyon sağlama, fikir ve eylemleri birleştirme eğilimidir. Edindiğimiz bilgileri birbirleriyle tutarlı bütünler haline getirmektir. En önemli özelliği: Mevcut Bilgilerimizle Örgütlenmeyen Bilgilerin Unutmaya Maruz Kaldığıdır.
UYUM SAĞLAMA: İki alt işlevi vardır;
Şema: Örgütlenmiş davranış veya düşünce örüntüsüdür. Yeni gelen bilginin yerleştirileceği bir çerçevedir. Bir insanın doğumunda sahip olduğu ilk şemalar refleksif nitelikli şemalardır: emme vs… Mesela bebeğin dudağına dokunduğunuzda, emme refleksi verecektir. Bebeklerin buldukları nesneleri ağızlarına götürmeleri bu yüzdendir. Bu şemaların yerini zamanla “Öğrenilen Şema”lar alır. Mesela bebek önceleri çıngırağı ağzına götürürken, sonraları kulağının işittiği sesler daha ilgi çekici gelecektir ve duyma duyusu ile çıngırağı ağzına götürmek yerine sallayacaktır. Böylelikle “salllamak” şeması edinmiş olacaktır. Bu şekildeki gelişimler sonucunda şöyle bir örnek vermek yerindedir: Bir çocuk, ilk defa bir inek gördüğünde “Aa köpek” diyecektir. Çünkü inek dört ayaklı ve ıslak burunludur ve çocuğun kafasındaki “Köpek Şeması”na uymaktadır. Daha sonra yaşantılarla Köpek ile İnek’i ayırt edebilir, “İnek Şeması”nı edinebilir.
Özümleme (Asimilasyon): Bireyin kendisinde var olan Bilişsel Şemalarda çevresine uyumunu sağlayan bilişsel süreçtir. Çocuğun karşılaştığı yeni bir olayı ya da nesneyi, kendisinde bulunan şemalara uydurmasıdır. Yukarıdaki örnekte; çocuğun İnek’i “Köpek” olarak adlandırması yani İnek’i “Köpek” şemasına yerleştirmesi “Özümleme”dir.
Uyumsama, Uyum (Akamodasyon-Düzenleme/Yerleştirme): Önceki şemalar, yeni karşılaşılan nesneyi yada olayı açıklamakta yetersiz kalırsa, var olan şema değiştirilecek ve yenisi edinilecektir. İnek’i “Köpek” olarak adlandıran çocuk, bir süre sonra onun havlamayıp “Möö” sesi çıkardığını, daha büyük olduğunu ve köpeklerden farklı olarak “Süt Verdiğini” fark edecek ve “İnek” şeması edinecektir. Yani var olan bir nesneye uyum sağlamış olacaktır.
DENGELENME: Piaget’in bence en önemli tanımı budur. Ve öncelikle üzerinde durmak gerekir. Bireyin zihnindeki “Şemalar” ve “Bilgiler” bir “Dengelenme” süreci içersindedir. Dengelenme “Örgütleme” işlevinin bir uzantısıdır. Bütünlüğün tutarlı olmasını ifade eder. Birey yeni karşılaştığı durum ile eski yaşantıları arasında bir denge arayışı içersindedir. Şu şekilde bir formül sunulursa daha faydalı olur:Denge => Yeni Nesne-Durum/Dengesizlik => Örgütleme/Yeniden Denge = Öğrenme
Buna göre, bir öğrenmenin gerçekleşebilmesi için, “Dengesizlik” şarttır.
“Dengesizlik”in tanımı şu şekilde verilebilir: “Kafam karıştı”, “Biraz düşüneyim”.Eğer birey yeni karşılaştığı durumlarda bu tepkiyi vermiyorsa, bir dengesizlik durumu söz konusu değildir.Diğer bir ifade de şöyle olabilir: “Çok okuduğu için dengesini kaybetti/kafayı sıyırdı”
Böyle bir tanımla karşılaşan bireyler, kendilerinden şüpheye düşmemelidirler. Çünkü “Kafası Karışmak” ya da “Dengeyi Kaybetmek” öğrenme sürecinin temelini oluşturur. Eğer birey, kendisine verilen ya da edindiği bilgilerden dolayı bir “Dengesizlik” veya “Karmaşa” yaşamıyorsa, tam anlamıyla “Öğrenme” gerçekleşmiyor demektir. Bilinç bir “Dengelenme” sürecinde olduğu zaman yeni “Şemalar” ve “Yeni Anlamlandırmalar” yapmaya öykünecektir. Yeteri seviyedeki “Uyarıcılar” sayesinde de “Yeni Öğrenmeleri” tam olarak kavrayabilecektir. Kısaca “Kafası Karışmayan” bir kimse yeni öğrenmeler elde edemez. Ancak şu vardır ki “Uyarıcı Çokluğu” kafa karışıklığına ve “Dengesizliğin” uzun sürmesine neden olmaktadır. Bundan kastımız; bir bilgi ya da nesne örgütlenmeden yani kişi kendisi yeni karşılaştığı durumu, nesneyi, bilgiyi örgütlemeden ve anlamlandırmadan yani kendi şema üretmeden diğer bilgilere (uyarıcılara) yönelirse, yeni edinilen bilgileri de örgütleyemeyecek ve yanlış öğrenecektir ya da kendisine sunulan şemaları yapay olarak kabullenme yoluna gidecektir. Kısaca bireyler yeni edindikleri bilgileri, kendi yaşantıları ile anlamlandırmalı ve:Denge => Dengesizlik => Yeniden Denge (Öğrenme) sürecini kendi örgütlemeleri ile sağlamalıdır.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS